Kimsin ve ne yapıyorsun?
Ben bir hikaye anlatıcıyım. Bunu bana söyleyen de Tunç abim. Yani bunu anlamam uzun bir zaman aldı. Hikaye anlatmaya ne gerek vardı bilmiyorum. Bunu çok düşünmedim de. Fakat ne yaptığımı geç anladım. Başka örnekler görünce anladım galiba. Medya şekil değiştirince anladım, üretirken kullandığım malzemeler şekil değiştirince anladım. İyi ki de anladım. Yaş olarak da, üretmek anlamında da güzel hissettiğim bir süreç yaşıyorum. Şimdi daha iyi anlıyorum. İleriyi daha çok merak ediyorum.
Çocukluğumdan beri kameram oldu hep. Kendimi çektim, etrafımdakileri çektim, akrabalarımı, arkadaşlarımı çektim, uzaktaki bir şeyi çektim. Ne bileyim işte aslında hep kayıt aldım ben. Not tuttum, ses kaydettim, video çektim. Böyle gelişti. Sonra reklam yazarlığı yapmaya başladım. Hiç sevmedim reklam yazarlığını. Bu ülkede dijital reklamcılıkla alakalı istifade edebileceğim güzel ajanslarda, kıymetli abi ve ablalarla tanıştım, çalıştım. Ancak hep çok sıkıldım. Reklamı sevemedim. Evet düşünmesi güzeldi, yazmak - çizmek hep güzeldir zaten (seveni için). Fakat ben reklamın bu ülkede iyi yapılan bir iş olduğunu hiç düşünmedim. Sektör denen kalabalığın içindeki insanları sevmedim. Neyse işte sevmedim sevmedim, derken sonunda Youtube işine girdim ben de bir şekilde. Kendi kanalımı açmadım. Kontra Dijital’in bu konudaki yatırımında çalışmaya başladım geçtiğimiz 21 Mart’ta. Burada esasında her şeye biraz dokunuyorum. Biz ekipçe böyle çalışıyoruz. Herkes her işin bir yerinde duruyor. Bunun bir önem sırası yok. Belki de ofisi ve yaptığımız işi katlanılır kılan da budur. Zaten hiyerarşi denen şey bana hep komik geldi. Bilmem ne hanım, bilmem ne bey değiliz biz. Video üretiyoruz, video konuşuyoruz, deniyoruz. Youtube da tam öyle bir yer işte. Deneniyor, biz de deniyoruz. Nasıl cevap verdim ama, önsöz gibi he? Yani deniyoruz işte! Hikayesi Ne?, Spor Odası, Sorduk Mu?, diye kanallarımız var. Dahası için de çalışıyoruz. İyi ne yapabiliriz? Bilmem, her şey olabilir. Bu mecra televizyon gibi gri değil, gazete gibi bulanık değil, dergi gibi sıkıcı değil, yeni burası işte. Burası tam da denenecek yer. Biz de kaptırdık gidiyoruz bakalım nasıl gelişecek sürecin devamı.
Hangi donanımları kullanıyorsun?
Ben kağıt kalem kullanıyorum. Çok darda kalırsam telefonun not kısmına bir şeyler yazar kaparım konuyu. Kağıt kalem olmazsa olmaz. Bir şeyler çizersin işte, zaman geçirirsin. Onlar dışında ismi “donanım” olan şeyleri de anlamıyorum. Ben yük taşımayı da sevmem zaten. Bilgisayarı tabii ki kullanıyorum da, yani çok da sevdiğim bir şey değil oradan oraya bilgisayar taşımak. Kağıt kalem var işte. Neyime yetmiyor ki...
Hangi yazılımları kullanıyorsun?
Abi ben yazılım falan gerçekten anlamam da umursamam da ya. Umurumda değil cidden yazılım. Herkesin yazılımı kendine! Alnımıza ne yazılım uygulanmışsa o! Şaka şaka, anlamıyorum cidden. Yazılım kullanıyoruz. Yani ben sana Windows bilmem ne diyeceğim ya da demem gerek sanırım. Microsoft diye bağırmam lazım. Ofis programları diye inletmem lazım burayı belki. Sonra bakarsın Android diye kusar, sonra da Apple’ı yad ederiz... Abi gerçekten hangi yazılımları kullandığımla o kadar ilgilenmiyorum ki, umrumda değil ya valla. İğrenç iğrenç şeyler bence.
Çalışırken ne tarz müzikler dinliyorsun?
Ben her şeyi dinliyorum ya. Doğukan da sormuştu bu soruyu da. Yani her şeyi dinliyorum işte abi. Bugün Mustafa Sandal’ın eski şarkılarını dinliyordum mesela. Bence eski şarkıları, yeni şarkılarına pandik atar. Ne güzel şarkılar yapmış adam. Şimdi bütün şarkılar kötü. Ama işte diyorum ya, her şeyi dinliyorum ben. Selda Bağcan da dinliyorum, Muse da dinliyorum, Erkan Oğur da dinliyorum, Erdal Erzincan da dinliyorum, 90bpm de dinliyorum, Killa Hakan da dinliyorum. Sonu yok yani. Müziği türüne göre ayırıp da dinlemem yani. Hepsi başka şeyler gibi görünse de değil ki. Hepsinin melodik alt yapısı var işte. Bir kompozisyonu var. E güzel babacım, kulağımın kabul ettiğini dinliyorum bende. Sagopa Kajmer’in cazcılarla, Fazıl Say’ın arabeskçilerle alıp veremediği beni bağlamaz. O onların sorunu.
Hayalindeki çalışma ortamı nasıl?
Ben şehir dışında kocaman bir ofis düşünüyorum ileride. En fazla 6-7 kişilik bir ofis olsun. Havuzu, kocaman mutfağı, bahçesi, kocaman odaları olan bir villa olsun. İçinde stüdyomuz olsun. Arkadaşlarımız gelsin, goygoyumuzu yapalım. Muhabbetimizi edelim. Fifamızı atalım. Şehir içinde olmayalım ama. Uzakta olalım. Kurye gelmesin, mail bile gelmesin belki...o kadar uzakta olunuyor mu ya? Ben öyle bir çalışma ortamı düşünüyorum. Orda bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüz olabilir. Ben bıktım şehrin merkezinden de, etraftaki kocaman binalardan da. Zaten bu video üretmek denen şey böyle bankacılık gibi bir şey değil ki. Bizim işlerimizin ortamının da rahat olması lazım. Bu tarz şeyler “iş” olarak görülmeye başladığında kalitesi artmaz, azalır. O yüzden çalışma ortamını olabildiğince rahat bir yer olarak kurgulamak isterdim.