Kimsin ve ne yapıyorsun?
Ben Gökmen Göksel, lisede bilgisayar programcılığı üzerine yüksek okulda da bilgisayar programcılığı ve ardından üniversitede bilgisayar mühendisliği okumuş, binaların içindeki eğitim hayatını bu minvalde tamamlamış bir mühendisim. Binaların dışındaki hala devam ediyor.
Kendimi tek bir sınıf ile ifade edemiyorum; sunucu da kurarım, ağ kablosu da döşerim, çekirdek de derlerim, sunucu kodu da yazarım, arayüz de geliştiririm, tasarım da yaparım (çok müthiş güzel olmuyorlar ama iyiler yani). Dönem dönem belirli programlama dillerine hayranlığım olmuştur fakat belirli bir programlama dili ya da platform ile her sorunu çözmeye çalışmıyorum, işlerin gereksinimlerine göre farklı farklı dillerde ve farklı platformlarda uygulama geliştiriyorum. Farklı platformlar (ya da diller) hem sorunlara bakış açınızı değiştiriyor hem de sizi canlı tutuyor.
Bilgisayarla tanışmam Commodore PC-20 ile başladı, ilk defa BASIC neymiş siyah-yeşil ekranından öğrendim. O dönemlerde sadece vakit geçirmek için bilgisayarla ilgilenirken, meslek lisesinde bilgisayar programcılığı okumaya başladım ve işler değişti. Aynı dönemde bir bilgisayar firmasında çalışmaya başladım ve inanamayacağınız kadar bilgisayar topladım. Hatta bir dönem o kadar yoğunduk ki aldığımız parçaları arabanın içinde geri dönüş yolunda topladığım bile oldu.
Meslek yüksek okulunda da programcılık okuyunca artık kaçamayacağımı fark ettim. Bu dönemlerde yazılım geliştirmeyle daha yoğun ilgilenmeye başladım. 90’lı yılların sonlarında Linux ve Özgür Yazılım’la tanıştım, güzide insanlardan çok değerli şeyler öğrendim ve uzun bir dönem bu alanda naçizane katkılarda bulundum. PC World dergisinde açık kaynak ve özgür yazılımlar ile ilgili yazılar yazdım. Üniversite son sınıfta profesyonel iş hayatım Tübitak’ta Pardus ile başladı, 6 yıl boyunca başta Pardus’un kurulum yazılımı YALI ve grafik arayüze sahip hemen hemen her uygulamasının geliştirmesini üstlendim, bu konularda Fosdem de dahil olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerinde konuşmalar yaptım.
6 yılın sonunda tamamen farklı bir alana geçerek Sigma RD’de oyun geliştirmeye başladım. “Reach The Peak” adlı hareket algılayıcı ve derinlik alıcılarına (kinect gibi) dayalı çalışan bir oyun geliştirdim. Bu süreç deneyim açısından çok faydalı oldu zira yıllarca Linux kullanmış biri olarak bir miktar da olsa Windows’u hatırlamama vesile oldu. Arıyor muyum? Sanmıyorum.
Ve şu anda son 5 yılımı geçirmiş olduğum Koding’te, San Francisco ofisinde Lead Engineer olarak görev yapıyorum. Zaman içerisinde bir miktar değişikliğe gitmiş olsak da temelde hala geliştiricilerin ve sistem yöneticilerinin hayatını kolaylaştırmayı, büyük takımların yine bu insanlar tarafından tanımlanmış bir düzen çerçevesinde kolay bir şekilde iş üretebilmelerini sağlamaya çalışıyoruz.
İşin dışında bol bol oyun oynuyorum, fotoğraf çekiyorum, ara ara bir şeyler çiziyorum, ufak heykeller yapıyorum ve eşimle her fırsat bulduğumuzda yeni yerler geziyoruz. Trafik olmadığı sürece araba kullanmak keyif aldığım bir aktivite. Vakit buldukça da kendim için sorun/ihtiyaç gördüğüm konularda hafta sonu projeleri geliştiriyorum. Genellikle içime sinmediklerinden insanlarla paylaş(a)mıyorum ama bir çoğunu aktif olarak kullanıyorum ve geliştirmeye devam ediyorum. Birkaç açık kaynak kitaplığın dışında asyonturkcedegil.com ve coffeepad.rocks gün yüzü görebilmiş olanlarından bazıları. Diğerleri için gokmen.goksel.me/projects
Hangi donanımları kullanıyorsun?
Ofiste ve evde 15” Macbook Pro kullanıyorum biri yeni nesil TouchBar’lı olan, eve geldiğimde aradığımı söyleyemeyeceğim lakin TouchID çok kullanışlı olabiliyor. Yine evde ve ofiste 27” Cinema Display kullanıyorum ve tabi Magic Keyboard ve Trackpad. Bazı günler evden çalışıyorum hemen hemen aynı düzene sahibim iki yerde de. Türkiye’deki evde de benzer bir düzenim var fakat bu sefer Dell 27” bir monitör eşlik ediyor. Bilgisayar dışında hem taşınabilir olsun hem de belki biraz daha fazla çizim yapabilirim diye iPad Pro 10.5” aldım. Harici klavye için Logitech Slim Combo Smart Keyboard kullanıyorum, hem arka aydınlatmalı hem de arka kapağından bağımsız çıkartılıp takılabiliyor. Apple Pencil da gayet başarılı çalışıyor.
Sessizlik istediğimde kulaklıklarım Bose QC35, onun dışında AirPod’lar müthiş işimi görüyor.
iPhone 6s ve 5s kullanıyorum, genelde sadece 6s oluyor yanımda. Saatler bir bakıma tutku benim için, uzun süre Pebble kullandım hatta bir tane saat arayüzü dahi geliştirdim lakin şu anda günlük hayatta akıllı saat olarak tek tercihim Apple Watch. ApplePay burada hemen hemen her yerde geçiyor o yüzden cüzdan hatta telefon bile taşımak gerekmiyor çoğunlukla.
Fotoğraf makinem Fujifilm X-T10 ve çoğunlukla sabit 27mm f2.8 lensle kullanıyorum. Zaman zaman da GoPro Hero 4, özellikle tatil gezilerinde zevkli oluyor.
Kitapları, makaleleri ve gün içinde sonra okumak üzere sakladıklarımı Kindle Paperwhite’ta okuyorum, bir de iPad minim var dergi vs. okumak web’de gezmek, yolculuklarda bir şeyler seyretmek için ideal.
PS4 Pro’da güzel vakit geçiriyoruz lakin çoğunlukla PS Vita ile oynuyorum. Güzel bir oyun arşivim var ve birçok insanın aksine Vita’dan çok memnumum, tabi keşke yenilense ve oyun geliştiricilerinin biraz daha ilgisini çekse. Ara ara da eşimin Nintendo 3DS’inde Super Mario rekor denemeleri yapıyorum. Televizyon işini ise çoğunlukla yeni nesil Apple TV ile hallediyoruz.
Hangi yazılımları kullanıyorsun?
Masaüstünde (ya da diz üstünde) işletim sistemim son beş yıldır macOS, sunucularda hala Linux. Eski bir Vim kullanıcısı olmama rağmen Sublime Text şu anda favorim (Vim modunda tabi), terminal editörüm hala Vim, tarayıcı üzerinden çalıştığımda da Koding IDE bir çok işimi görüyor.
Sürüm takibi için Git kullanıyoru{m,z} (çok şaşırtıcı değil mi?) ve grafik arayüz ihtiyacı gerektiğinde SourceTree tek favorim.
Terminal için iTerm2 ya da Koding Terminal ve ZSH kullanıyorum, ön tanımlı internet tarayıcım Safari. Sadece Devtools’a çok ihtiyacım olduğunda Chrome’a geçmek durumunda kalıyorum, Safari henüz bu konuda Chrome’dan iyi değil. Safari’de de Chrome’da da Vim eklentileri kullanıyorum, webde gezerken çoğunlukla trackpad kullanmıyorum, klavye yeterli oluyor bu sayede.
Mongo genel veritabanımız, onun için de Robomongo kullanıyorum. Kod dokümanları için Dash, oyun öykünmeleri (emulation) için de OpenEmu. Bilgisayardan bir şeyler izlemem gerektiğinde Apple TV üzerinden televizyona aktarmak için Beamer.app kullanıyorum.
E-posta işlerini genelde tarayıcıda pinned tablar ile Google Inbox kullanarak çözüyorum fakat eski bir gelenek Mail.app’te tüm e-postaları yedekliyorum. Müzik için iTunes ve Spotify karışık kullanıyorum. Genelde işletim sisteminin sağladıkları işimi görüyor; Notlar için Notes.app, hatırlatıcılar için de Reminders.app. Fotoğraflar için hala Flickr ve Photos.app, Flickr Uploadr masaüstü uygulaması çok başarılı. Pencere yönetimi için de Moom kullanıyorum, şiddetle tavsiye ederim.
Okunacakları Instapaper’a atıyorum, Kindle’a her akşam okunabilir formatta gönderiyor olması pek kullanışlı. Amazon’da pek Türkçe içerik olmuyor, D&R da sağolsun epub formatını desteklemiyor; Türkçe kitap satın aldığımda Kindle’da okuyabilmek için Calibre kullanıyorum gerektiğinde.
İş için Slack kullanıyorum, telefonda ve bilgisayarda vazgeçilmez oldu tabi. Arkadaşlarla ve geliştirdiğim birkaç kendini bilmez botla iletişim için Telegram kullanıyorum. Aile iletişimimiz genellikle Messages, FaceTime ve Whatsapp üçgeninde gidip geliyor. Pek aktif olmamakla birlikte FB Messenger da kullandığım oluyor tabi.
Ufak tefek rötuş işleri için Pixelmator yeterli oluyor, tabi Sketch’in yeri ayrı. Hem iş için hem de arada sırada bir şeyler tasarlamak için baş ucu uygulaması resmen. Ekran görüntüleri için Monosnap, ekran kayıtları almam gerektiğinde de RecordIt tek tercihim.
iPad Pro’da çizim için Concepts, Sketches, Procreate ve Paper 53 kullanıyorum. Notlar için yine ön tanımlı Notes.app ve Reminders. Geri kalan ofis isleri için de Google Apps pek verimli oluyor.
Çalışırken ne tarz müzikler dinliyorsun?
Genellikle Soul ya da Jazz dinliyorum, sabit bir listem yok fakat Spotify’da “Soul Lounge” ve “Pure Mellow Jazz” takip ettiklerimden. Türkçe Jazz da son 4-5 senedir favori listemde. Günün durumuna göre tamamen başka tarzlara da geçiş yapabiliyorum tabi, “Infected Mushroom”a bayılırım misal; özellikle yaptığım işe odaklanmam gerektiğinde. Tamamen popüler şarkıları dinlediğim anlar da oluyor ama onların da mümkünse akustik olanlarını dinlemeyi tercih ediyorum; yine Spotify’da “Afternoon Acoustic” pek leziz.
Beğendiğim şarkıların albümlerini iTunes’tan satın alıyorum, hem arabada gönül rahatlığıyla dinleyebilmek hem de beğenimin karşılığını verme isteğimi bastırıyorum. En son aldığım albümler de şöyleymiş; “Can Bonomo - Kâinat Sustu”, “Kalben - Kalben”, “Gökçe Kılınçer - Kalbimde izi var”, “Kungs - Layers”, “Norah Jones - Day Breaks” ve “Bergüzar Korel - Aykut Gürel”.
Hayalindeki çalışma ortamı nasıl?
Genellikle çalışırken sessizliği severim, fakat çevremde bir şeyler danışacak, ne kadar saçmalayıp saçmalamadığımı öğrenebileceğim birileri olması da hoşuma gider. Tam ikisinin arasında bir yerde gidip gelen bir ortama ihtiyacım oluyor genelde.
Donanıma gelince; şu Cinema Display’lerin 5K’sı çıksa artık fena olmaz. Birden fazla monitör kullanmayı birkaç kez denedim ve sonunda verimsiz olduğuna karar verdim. Tek monitör, iyi bir çözünürlük daha az kafa hareketi ve daha az boyun ağrısı demek benim için. Şu anda da bu şekilde çalışıyorum ve gayet memnunum. Yeni nesil MacBook Pro’ların klavyesinin (w/ TouchBar) magic keyboard halini de görsek süper olabilir, TouchId desteği ile birlikte tabi.
Şu an için hem evdeki hem de ofisteki çalışma ortamımdan memnumum aslında, fakat ara ara eskiden kullandığımız yürüyüş bantlı masaları aramıyor değilim. Aklınızdaki tek şey, çözdüğünüzde yüzünüzde şapşal bir tebessüm bırakacak bir iş olduğu sürece çalışma ortamlarının çok da önemli olduğunu düşünmüyorum. Fakat çalışma ortamlarının önemi aklınızdaki tek şeyin işiniz olmadığı durumlarda ortaya çıkıyor.